ikinci bahar

ikinci bahar
ikinci bahar

29 Ekim 2012 Pazartesi

kal&bim

KAL&bim –vatandaş, öğrenci, yönetici, vatandaş

Kırk sene sonra bugün yine okulumun önündeydim.
Hayatımda başka hiçbir yer senin kadar derin izler bırakmadı. Kimliğimi sende kazandım. Geleceğim orada şekillendi. Senden sonra İstanbul’da yaşamaya karar verdim. Boğaz Köprüsünün üzerinden her geçişimde gözüm seni aradı. Bugün

31 Temmuz 2012 Salı

Japon Gelin Makie

Osaka’lı Makie hayatını anlattığı romanında bakın neler diyor. Okudukça insanın her yerde aynı olduğunu, temel duyguların benzerlik taşıdığını anlıyoruz. Ayrıntılardaki farklılıklar ise ilgi çekmeye yetiyor.
Doğduğu şehirde insanların biri birinden habersiz olduğunu vurgulaması alışkın olduğumuz bir durum. Japon geleneklerini anlatırken; iyi olanlarını almalı, kötü olanlarını terk etmeliyiz diyor. Aile hayatının kutsallığı konusunda bizimle benzer vurguları yapıyor.
İnsanların milliyetleri ve yetiştikleri kültürlerinin yaşamlarının doğal parçası haline geldiğini, başka kültür ortamında yaşasalar bile kendi kültürlerinden kopamadıklarını aktarıyor. Japonya ve Amerikada’ki eğitim hayatında karşılaştığı

18 Haziran 2012 Pazartesi

7 Haziran 2012 Perşembe

Ihlamur çiçeği

Yaz geldi. Sanki bahar devam ediyor. Dün gece yağmur vardı. Gündüz, sabah güneşinin ısıttığı serinlik tedbirli olmanızı öğütlüyor. Yağmur yağabilir. Torunumla her gün tekrarladığımız park
ziyaretine çıkarken ince bir üst daha almayı ihmal etmedik.


Bahçelerden dışarı sarkan yeşillikler ana caddeler üzerinde bile varlığını sürdürüyor. Sokaklar ıhlamur çiçeği kokuyor. İnsanı mutlu eden kokunun kaynağını aramaya gerek yok. Yeşil yaprakların arasından size gülen sarı ıhlamur çiçeklerini kolayca bulabiliyorsunuz. İstanbul’u bunun için seviyorum.

İstanbul'un öyledir bahârı;
Bir aşk oluverdi âşinâlık...
Aylarca hayâl içinde kaldık;
Zannımca Erenköyü'nde artık

24 Mayıs 2012 Perşembe

Unutma

Hayatın acı-tatlı yanlarının olması çok doğal. Her şey mükemmel olsa, hiç sorunla karşılaşmasak, farklılıkların olmadığı bir dünyada yaşasak nasıl olurdu? Herhalde mutlu robotlar haline gelirdik. Bir tarafta mantığımız, diğer tarafta duygularımız ağar basarak olayları yaşıyoruz. Tecrübeler ediniyoruz. Dileğimiz kaldırabileceğimiz ağırlıkta sorunlarımızın olması.
Geriye baktığımızda hem kendimize hem de başkalarına yararlı olabilmenin yollarını aradığımızı, bu konuda çıkan fırsatları değerlendirmeye çalıştığımız söyleyebilirim. Elbette eksikliklerimiz, hatalarımız oldu.
Yeni yaşadığımız bir olayı özetlemek isterim. Bir şekilde farkına vardığımız yoksulluk içindeki

Sahilde bahar sabahı

İnsanlar bahar sabahının verdiği huzuru doyasıya içlerine çekiyorlar. Kimi yürüyüş yapıyor, kimi bisiklet kullanıyor, bazıları da kondisyon aletlerinde çalışıyor. Sohbet ederek banklarda güneşlenenler, mevsimi gelmediği halde yüzen çocuklar da var. Hazır torun henüz gelmemişken bisiklete binmeyi tercih ettim. Sakin deniz, bakımlı yeşil alan Fenerbahçe’den Tuzla’ya doğru uzanıyor. Adalar da manzarayı  tamamlıyor. Bu atmosferi teneffüs edenler kendini şanslı kabul etmeli. Hepsi bir arada desek yanlış olmaz. Yeşil, çiçekler, deniz, sahil, bisiklet ve yaya yolları, mütevazı kafeler, isteyenler

20 Mayıs 2012 Pazar

Salyangoz

İnsanlar yaşadığı yeri seviyor. Önce kendi çevremizi beğeniyoruz. Sonra diğer güzellikler bizde de olsun istiyoruz. Bizim buralar da güzel. Bakmasını bilene mutluk veriyor. Baharın gelmesiyle çevrenin değişmesi düşünen insanı daha da çok düşündürüyor. Dalların ucundaki tomurcukların giderek büyümesi, çiçeklerin açması, ortaya çıkan arılar ve diğer böcekler insanlara sanki mesaj veriyor. Torunumla dışarı çıktığımızda yol kenarlarındaki bitkiler, bahçelerden sokaklara taşan meyve ağaçları, erguvanlar, mor salkımlar insana mutluluk veriyor. Onca araç gürültüsü ve geride bıraktıkları atıkların üstesinden gelerek sokakları kaplayan hanımeli kokusunu da unutmamak gerekir. Parka gitmek için  sokağa çıktığımızda ağaçlar üzerindeki çiçekler, kendini belli etmeye başlayan meyveler günlük eğitim konumuz oluyor. “Bu ceviz, daha çok küçük, büyüyecek, olgunlaşınca yiyeceğiz”, “bunlar da kiraz, bak şimdi yeşil, kırmızı olunca onları da yiyeceğiz”, “aaa arılar çıkmış, çiçeklerin içine girip bal topluyorlar, hani evimizdeki bal var ya, işte arılar böyle çalışıp bizim için bal yapıyorlar”,”yağmurdan sonra bahçelerdeki salyangozlar ortaya çıkmış, bizden korkmasın biraz uzak duralım”, “bu çiçekler ne kadar da güzel kokuyor, onlar hanımeli”.  Sohbet böyle devam ediyor. Sıkılmaya başlamadan konuyu değiştirip parka doğru yol alıyoruz. Şehrin yoğunluğu arasında

Farkına varmak

Emekli adam ne yapar. Eşine yardım eder. İlk günlerinizde dışarıdan bakan gözlerden uzak ev içinin süpürülmesi ve yerlerin silinmesi ile başlarsınız. Sonrasında bulaşıkları ortadan kaldırır, bulaşık makinesine doldurursunuz. Zaman içinde bulaşık makinesine sığmayanları yıkayarak ortalığı toparlamış olursunuz. Bulaşık makinesini boşaltarak temiz tabak, bardak çatal, kaşıkları yerlerine koyarsınız. Çamaşır makinesi durduğunda eşinize yük

Hayat müşterektir

Hafta sonu köyümüze, bir aile büyüğümüzü ziyarete gittim. Biraz erken saatte ve habersiz gittiğimizden yatağını topladığına şahit olduk. Bir zamanların kazak erkeği, yiğit adam,  sert adam diyeceğim ama yanlış anlamayın. İyilik dolu kalbini de vurgulayarak hakkını yemeyelim.
Belki de yılların değişimi onu da etkilemiş, yatağını

Kibir

Kırgızistan’daki Bişkek Türk Büyükelçiliği konutunda geçen bir olayı paylaşmak isterim. Resepsiyona katılan Kırgız yetkililerden birisi Büyükelçi'ye hitaben teşekkür konuşmasına; “ Türkiye Respublikasının örmetlüüü (hürmetli) Baş Hizmetkârı.. ..” diyerek söze başlamıştı. Başlangıçta çoğunluğumuz “baş hizmetkâr” kelimesine takılmış, sonrasında ise Kırgız yetkilinin saygı ifadesini anlamanın rahatlığı ile gülümsemiştik. Biraz zaman geçince devlet görevlilerimizin, aynı zamanda insanlarımızın ücretli hizmetkârları olması gerektiğini hatırlamıştık. Fakat uygulamada öyle mi diye kendimize sormadan edememiştik. İnsanlarımız biraz para veya makam  sahibi olunca huy değiştirebiliyorlar. Kibir kelimesinin karşılığı olan davranışlardan kaçınmayabiliyorlar. Günlük hayatımızda sıkça karşılaştığımız bazı makam sahiplerinin yürüyüşlerindeki farklılık, masalarının gerisinde koltuklarına sığamıyormuş gibi görüntü vermeleri onları büyütüyor mu? Bazen tanınmayacak hale gelebiliyorlar. “Kibir” kelime olarak bile insanı rahatsız ediyor. “Bazıları yönetmek için vardır” felsefesini açıktan dile getirenlere ve hayatına

Amy May

İngilizce öğrenmek yıllar boyu önceliklerim arasında oldu. İlkokulda kurslar, devam ettiğim orta ve lisede dil eğitimi ağırlıklı müfredat vardı. Birlikte uzun yıllar eğitim aldığımız birçok arkadaşım da aynı şartlarda eğitim hayatlarını tamamladı. Çalışma hayatına atıldığımızda, arkadaşlarımın bir kısmı beş ay, sekiz ay ve daha uzun süreli ve tam zamanlı – mesai yapmaksızın – ilave dil eğitimi aldılar. Ancak dili hiç kullanamadan çalışma hayatını tamamlayanlar oldu.
Bu arada ben de kısa aralar dışında, sürekli dil öğrenmek için gayret sarf etmeye devam ettim.
Dil seviyesini belirleyen sınavlardan birinden aldığım not nedeni ile iki aylığına Belçika’ya gönderildim. Çeşitli ülke temsilcilerinin bulunduğu uluslararası çalışma ortamında tecrübeler

KAL&bim

İlk günü unutmak mümkün mü? Babamın beni nizamiyede bıraktığını sanmıştım. Ne olduğunu dahi anlamadan kalabalık bir grubun içinde akıntıya kapılmış, elimde haki elbiseler, epeyce büyük numaralı postallar ve daha birçok malzeme kucağımızda kendimi banyoda bulmuştum. “Yıkanın” komutu verildi mi, hatırlamıyorum. Yıkandıktan sonra elbiselerimi üzerime giymeye çalışırken babamı karşımda bulmuştum. Babam o zaman girilmesi pek mümkün olmayacak yerlere kadar gelmiş beni bulmuştu. Sevinip sevinmediğimi hatırlamıyorum. Babamla beraber gittiğimiz terzide elbiseler vücuduma göre küçültülmüş, botlarım biraz daha uygun olanlarla değiştirilmişti. Biraz zaman geçtiğinde akşam yemeğini diğer çocuklarla yediğimi, yemekten sonra boğazı gören bir yamaç kıyısından aşağıdaki bahçeleri, aşina olmadığım bir şekilde suları yararak ilerleyen büyük gemileri seyretmeye başlamıştım. İşte o sırada yavaş yavaş arkadaş edinmeye başlamıştım. Ülkenin her tarafından çeşitli aksanlarda konuşan çocuklar. Aynı zamanda şimdiki yarım asırlık arkadaşlarım. Sonradan anlayacaktım ki; okula ilk kayıt yaptıranların içindeydim. Eylül ayının sonlarına doğru, dersler başladıktan epeyce sonra okula yeni katılanlar olmuştu.
İlk bir iki günün devamında Alemdağ’daki kampa gittik. Kamp konusunda efsaneler duymuştuk. Tüfeklerimiz olacaktı. Kamp ormanlık alanda olduğundan domuzlarla karşılaşacaktık. Yirmi kişinin kaldığı büyük bir çadırda geceleyecektik. Kampın ilk gecesi uykunun tatlı anlarından birinde kaldırıldık, nöbete gidiyormuşuz. Bizi nöbet yeri diye bıraktıkları yerde, ne yapacağımızı bilmeden elimizde tüfekle sabırla bekledik. Karanlığın içinde her gölge, her yaprak hışırtısı domuzların saldırısı gibi göründü.
Bir süre sonra okula geri döndük. Her geçen gün sayımız artmış, beş yüzlü rakamlara ulaşmıştık. Üç sene sürecek serüvenimiz başlamıştı Yıllar sonra aynı

Takvim yaprakları

Zamanın akışı bizleri yıpratır mı? Yoksa olgunlaştırır mı? Pek çok cevap verebiliriz bu anlamdaki sorulara. Nereden baktığımız, hayata nasıl yaklaştığınız önemli.
Hayata olumlu bakabilenler kazançlı sayılırlar. Senelerin geçmesi bir taraftan fiziki yapımızı eskitirken diğer taraftan olgunlaştığımızı da hissederiz. Yaşadıklarımıza on sene önce verdiğimiz tepkilerle şimdiki tepkilerimiz aynı mı? Takvim yapraklarına bakarak hüzünlenmek yerine yapabileceğimiz daha güzel şeyler var. Takvimler bayramları, yeni yılı, doğum günlerini, anneler gününü

Hobilerim

Bir televizyon programında konusunun uzmanı; insanın nasıl beslenmesi gerektiğini, sağlıklı eksersizlerden bahsediyordu. Sonuçta insanın kendini mutlu hissettiği kadarını yapmasını tavsiye etti. Yani sağlıklı olacağız derken abartmaktan da kaçınmalıyız.
Hobiler de ciddiye alınmalı. Ancak abartmadan. Bizi mutlu edecek sınırlar içinde kitap okuyalım, yüzelim, yürüyüş yapalım, bisiklete binelim, fotoğraf çekelim, toprakla uğraşalım, çiçek yetiştirelim. Bunları yaparken arkadaşlarımız veya aile yakınlarımız da bizimle birlikteyse ne mutlu. Herkes kendisi için uygun olanını

özlem

İnsan emekli olunca boşta kalır mı? Daha önce zaman ayırmaya fırsat bulamadığımız aile yakınlarımıza daha fazla vakit ayırmak, düğünlere, cenazelere, mevlit ve sünnet düğünlerine katılabilmek ne mutluluk.
İstanbul tek başına büyük bir uğraş. Her anlayışa cevap verebilen dev bir şehir. Sanat etkinliklerinden, tarih dolu kültür gezilerine yapılacak çok şey var. İstanbul dünyanın en güzel, en anlamlı şehirlerinden birisi.  “Bardağın dolu tarafı“na bakıldığında İstanbul insanı mutlu etmeye yeter.
Emekli olunca doya doya yapabildiğim uğraşlardan birisi de kitap okumak.

18 Mayıs 2012 Cuma

Önce insanız

Kadın hakları konusu ülkemizde önemli bir sorun. Sorunun temelinde yüzyılların birikimi var. Orta Asya’dan at sırtında getirdiğimiz yaşam tarzımız, günümüze kadar bu kadar değişim gösterebildi. Eğitimli insan belki de temel ihtiyacımız. Önce insan hakkı ve kul hakkı kavramlarını insanımız içselleştirmeli. İnsan hakları konusunda duyarlılık artırılmadan kadın hakları konusunda ne kadar mesafe alabiliriz? Kadın hakları konuşulurken ev hanımlarının durumu da gündemde tutulmalı. Ev kadınlarının emeklerinin ne kadar göze hitap etmeyen ve çabuk unutulan bir uğraş olduğunu unutmamalıyız. Ev hanımları için gündelik